Komalen Jinen Ciwan

APOCU DÖNÜŞÜM BİLİMİ, YÖNTEMİ VE JİNEOLOJİ!

İnsan, nasıl ki çocukluk çağlarında hep bir yaşam ve bilgi merakı içindeyse, soruları çok ve arayışları yoğunsa, insanlığın ilk oluşum çağlarında da yoğun bir merak içindedir, sorularla doludur. Aslında buna insan olmaktan, toplum olmaktan kaynaklı arayış ve merak demek daha doğru olacaktır. Çocukken de, gençken de, olgunluk ve yaşlılık çağlarındayken de insan hep bir arayış içinde iken; tarih boyunca toplumlar, kültürler, farklı kimlikler de sürekli bir arayış içinde olmuşlardır. Arayışların en genel anlamda zayıfladığı, hatta neredeyse bitti denildiği yer ve zamanda bile, mutlaka arayan, hisseden, duyan, gören, bilmek isteyen hakikat arayışçıları olmuştur. Bu, olmazsa olmaz bir aşk, tutku olarak daima yaşanmış, büyük bedeller ödenerek hakikat haline gelinmiştir. Hakikat arayışı çok önemli olmakla birlikte, en az onun kadar önemli olan diğer bir konu da hakikate ulaşma yöntemidir. Yöntemsiz bir hakikat arayışı, daha doğrusu hakikat kavuşması mümkün değildir. Hakikati arayabilirsin, soruların çok da olabilir, ancak ona ulaşmanın yol ve yöntemi yoksa, bu sadece bir niyet, hayal veya soyut bir fikir mezarlığı olmanın ötesine geçemez. Bu nedenle hakikatte yöntem, olmazsa olmaz bir ilke, oluş diyalektiğidir. Bu kapsamda insanlık tarihi boyunca mitolojik, dini, felsefi ve bilimsel yöntem olarak dört temel biçim açığa çıkmıştır. Her bir yöntem hayatın ve evrenin bilinmezliklerini bilmeye, anlamlandırmaya; kendisince iyiyi, doğruyu, güzeli, anlamlı olanı, farklılıklarıyla bir ve bütün olanı bulmaya çalışmıştır. Kürdistan tarihinde de şüphesiz bu arayış serüveninin çok yönlü ve zengin isimleri, yüzleri vardır. Proto Kürt tarihi, örtük tarih ve inkar tarihi, bu serüvenin inanılmaz zenginliğini ve yaygınlığını sunmaktadır, ancak örtülü kaldığı ve inkar edildiği için hala bir çok yönüyle keşfedilmeyi, yeniden anlamlandırılmayı beklemektedir. İşte APOCU düşünce tarzı, APOCU felsefe dediğimiz gerçeklik de Kürdün ve insanlığın, kadınlığın örtük tarihinin örtüsünü kaldırmaya, ölümden beter yok sayılmaya, inkar edilmeye karşı varlığını ispatlamayı ve onu özgürleştirmeyi esas alan bir hakikat yolu, yöntemidir. Ki bu yöntem, Önder APO’nun çocukluğundan bugüne kadar birbirinden kopmayan, bilakis her defasında birbirini tamamlama ve süreklileştirme temelinde yürüyen bir hakikat yöntemidir. Her anı büyük bir merak, soru, şüphe, arayış, sarsılma, ısrar, kararlılık, yıkma ve inşa, dönüşüm, genel olarak doğru olana ulaşma ama ulaştığıyla da yetinmeme ile geçen bir yaşam, yürüyüş ve hakikate ulaşma savaşıdır bu. Yöntemi, kendi yaşam mücadelesiyle, öz tecrübesiyle, her bir aşamasını anlamlandırıp diğerine bağlayarak, sürekli büyütüp besleyerek geliştirmiştir Önder APO. Bu nedenle APOCULUK Kürdistan’da, Ortadoğu’da ve bugün dünyada bir düşünce, bir yaşam ve bir mücadele tarzı, stratejisi olarak ifadesini bulmuştur. APOCULUK, insanı, doğayı, yaşamı, ben ve ötekini, biz gerçekliğini, hayatın organizasyonel-ilişkisel gerçeğini her anında soran sorgulayan, mevcut olanı kabul etmeyip doğrusu, hakikati hangisidir diye sorup cevabını kendinden başlayarak ve hevalleriyle, toplumuyla paylaşarak veren, derinleştiren bir tarzdır. Hakikate, insanlık tarihinin açığa çıkarmış olduğu tüm değerlerle ve yine mitoloji, dini, felsefi ve bilimsel yöntemleri iç içe geçirerek bütünlüklü ulaşmayı esas alan bir çizgidir. APOCU tarzda, yöntemler birbirinden koparılamaz, yöntemleri birbirinden koparmak, hakikati parçalamak anlamına gelir ki bu da hayatın doğrularından insanı uzaklaştırır. Biz buna Demokratik Modernite Paradigmasının bilim yöntemi de diyebiliriz, Önder APO şahsında ve tarzında hayat bulan bir yöntemdir. Somuttur. Önder APO, tüm mücadele hayatı boyunca bilimci yöntemi değil bilimsel yöntemi esas almış, bu bilimsel yöntemi mitolojik, dini ve felsefik hakikatlerle besleyerek kendine has bir tarzı açığa çıkarmıştır. Özellikle de çözümleme diye ifade ettiğimiz yöntem, bunun en bilinen, görünen yanı olmaktadır. Çözümleme bir açıdan analiz anlamına da gelir, ancak bu analiz yöntemi kuru, parçalayan, dogmatik ve statik bir tarzda değildir. Bilakis bu analiz yöntemi sosyolojiden tutalım psikolojiye, arkeolojiye, tarihe, pedagojiye, ontolojiden epistemolojiye, metodolojiye kadar uzanan, tüm bunları kendi içine alan ve yoğuran bir yöntem olmaktadır. Bu bilim alanları tek tek böyle isimlendirilmez, ancak uygulanan yöntem tam da bunların başarılı bir bileşkesi, sentezidir. Bir insanı ele alıştan tutalım da tarihi, coğrafyayı, kültürü, sosyolojiyi, politikayı, psikolojiyi, fiziği, mikro ve makro kozmosu, doğayı bütünlüğü içinde kavramaya çalışan yöntemiyle hakikate kolektif ya da komünal tarzda ulaşmayı esas alır. Aslında tüm bunların toplamına; tüm yöntemleri içine alan bilimsel yöntemiyle APOCU’luğa, DÖNÜŞÜM BİLİMİ VE YÖNTEMİ demek de yerinde olacaktır. İnsanın, doğanın, evrenin hakikatine komünal zihniyet ile bütünlüklü bir bakış açısıyla ulaşma yöntemi, beraberinde muazzam bir değişim-dönüşüm mücadelesini getirmektedir. Elli iki yıllık mücadele tarihimizin açığa çıkarmış olduğu en temel değerlerden biri de bu olmuştur. Ki bu yönüyle gerçekten de insanda, toplumda değişim-dönüşümün bilimsel değerleri açığa çıkarılmıştır. Yazımızın konusu olan “Jineolojinin APOCU felsefedeki yeri nedir?” sorusunu da bu DÖNÜŞÜM BİLİMİ ve DÖNÜŞÜM YÖNTEMİ, yine hakikatin bütünlüğü kavramsallaşması etrafında cevaplandırmaya çalışacağız. Hakikatin çeşitliliği içeren ancak bütünlüklü bir yapısı olduğu gözlerimizin önündeki bir gerçektir. Her türlü varlık-varoluş, ilişki ve çelişki gerçekliği ile özgün-özerk ve genel-bütünlüklü yapısallığı ile hakikatin varoluşuna vesile olur. İnsan toplumu açısından bu durumu ele aldığımızda, toplumun esas bir çeşitlenmesi olan kadınlık ve erkeklik olgusu, ilişki ve çelişkisiyle karşımıza çıkar. İnsan toplumunun hakikati bu her iki cinsin ilişki ve çelişkisi ile anlam bulur ya da anlamsızlaşır. Onbinlerce yıla yayılan erkek egemenlikçi zihniyet ve sistem, toplumun anlamını yaratan bu ilişki ve çelişki diyalektiğini dengesizleştirmiş, kadını ontolojik (varlık) olarak paramparça edip nesneleştirirken, epistemolojik (bilgi-akıl-duygu) olarak da inkar edip anlamsızlaştırmış, yani köleleştirmiştir. Kadın bedensel ve ruhsal olarak kimliğini kaybetmiştir. İşte APOCU düşünce tarzı ve bunun geliştirdiği dönüşüm bilim ve yöntemi, inkar edilen Kürt hakikatini açığa çıkarmayı esas alırken daha derinden inkar edilen ve sömürülen kadın hakikatini de açığa çıkarmayı, özgürleşmeye doğru dönüştürmeyi esas almıştır. Elli iki yıllık PKK tarihi, aynı zamanda bu gerçekliğin büyük bedellerle bu değerleri açığa çıkardığı, toplumsallaştırdığı, komünleştirdiği bir tarih olmuştur. Biz tüm bunları bilimsel ve yöntemsel yaklaşımdan bağımsız ele alamayız. Jineoloji, işte açığa çıkan tüm bu değerlerin bilimsel analize tabi tutulması, bunun tarihsel geçmişinin kadın gözüyle analiz edilmesi, günümüzdeki tortu ve kalıntılarının görünür hale getirilmesi ve bu tortulardan özgürlük değerlerinin geliştirilmesini esas alır. Bunun için, toplumsal hakikatinden koparmadan kadın gerçekliğine odaklanır. Yani jin’i jiyan’dan koparmaz, bilakis jin’i jiyan’la bütünlüklü ele alarak özgürlük mücadelesinin başaracağını bilir ve yöntemlerini de buna göre belirler. İşte burada APOCU felsefe ve düşünce tarzında ortaya çıkmış olan sosyolojik çözümleme yöntemi, jineolojinin de esas aldığı bir yöntem olur. Kadını, hayat verdiği ve hayat bulduğu toplumsal yaşam ile bütünlüklü ele alarak, özgürleşme mücadelesini, stratejisini, politikasını, kişilik yapılanmasını, stilini, tarzını buna göre belirlemeye, daimi olarak sosyolojik çözümlemesini yapmaya çalışır. Elbette ki on binlerce yılın erkek egemenliği, toplumsallığı negatifleştirmiş, parçalamış, ahlaki ve politik

Yaşayan ve Yaşatan Akıl; Toplumsal Akıl

  YAŞAYAN VE YAŞATAN AKIL, TOPLUMSAL AKIL Roşan Semsûr Akıl, ufuk, havsala, irfan, basiret, zihin, izan gibi birçok farklı karşılayanla günlük yaşamda kullandığımız bir kavram olmasının yanında felsefede de çıkar karşımıza. Aklın doğası ve beyinle olan ilişkisi, akıl-beden ikilemi asırlardır felsefenin temel konuları arasında yer almıştır. Yaratılışçılar, aklın gelişmiş biçimde ve birden ortaya çıktığına yani aklın, kutsal yaratılışın bir parçası olduğuna inanırlarken, karşıt olarak aklın uzun bir evrim sürecinden geçtiğini ve doğaüstü güçlere gereksinmeden açıklanabileceğini savunan görüşler de olmuştur. İlk filozoflardan Herakleitos MÖ. 5.yüzyılda varlık anlayışının temeline koyduğu logos sözcüğünü akıl, ölçü gibi anlamlara gelecek şekilde kullanırken, aklı, evreni bir bütün olarak kuran ve hareket ettiren ilke olarak tanımladı. Aristotales, akıl, maddenin nasıl ve neden olduğu gibi oluştuğu, neden öyle kalmayıp değiştiği sorularının cevabıdır derken, Sokrates, “insanı insan yapan şey psukhe olup, psukhe’nin özü akıldır. Erdem, yalnızca insana özgü olan akılla ilgilidir. Aklın en önemli fonksiyonu, tıpkı zanaatkârın araçlarını bir şey yaratmak için iyi kullanması ve yönetmesi gibi, onun bireyin hayatını yönetmesi, yönlendirmesi ve düzenlemesidir” der. “Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değer olmayan hayattır” derken de aklın yönetme, yönlendirme ve düzenleme özelliğine vurgu yapar. Aydınlanma filozoflarından olan Kant ise aklın, ahlakın kaynağı olduğuna inanıyordu. Aklın bu tanımlamalarına baktığımızda, erdem, araştırma, yaratma, yönlendirme, yaratıcılık gibi kadını ve erkeği kapsayan, tüm insanlık için olan birçok vasıf görürüz. Peki ne oldu da tarihin seyri ortak aklı erkek aklı ve kadın aklı diye bir ayrışmaya götürdü ve günümüze gelindiğinde erkek aklına meyillendi. Aklı, erkek ve kadın diye cinslere ayırmanın doğruluğu, “erkek aklı” ya da kadın aklı, ifadesiyle neyin kastedildiği tartışılması gereken konulardır. Önder Apo`nun hakikate ulaşmada yöntem olarak ortaya koyduğu mitoloji, din, felsefe ve bilimle gelişen insan, büyük bir tecrübe ve toplumsal bir akıl oluşturdu. Fakat insanlığın ortak ürünü olan akıl, Sümer mitolojisinden bu yana erkeklik argümanlarıyla dizayn edildi. Erkek egemen kültür kadını, akıl ve bilgi dünyasından dışlayarak aklı bir cinsin buyruğu altına aldı. Akıl, esnek ve kendi üzerine düşünebilen özel bir olgu olsa da, norm ve kavramsallaştırmalarla gelişir. Bu norm ve kavramsallaştırmalar da insanlara nasıl düşüneceklerini, nasıl yaşayacaklarını öğütler. İnsanlar, bu akıl ürününüyle yaşarken onu, düşünüş formuna, huya, dile ve kültüre dönüştürürler. Nihayetinde “Erkek Aklından” kastedilen, aklın kadına, doğaya ve topluma karşı kültürleşmesidir. Bu kültürleşmeyle bilimciliğin ve aklın ilahileştirilip, maneviyatın ve duygusal aklın ise ötelendiği modernist erkek aklına dayanan sistem geliştirilmiştir. Mesela Aristo, aklı(erkek olanı), duyguya(kadın olana) baskın kabul edip, kadının rolünün annelik olduğunu teorize ederken Hegel, aynı teoriyi iki bin yıl sonra Tinin Fenomolojisi`nde savunmaya devam etmiştir. Oysa kadınla yeksan tutulan duygusal akıl, insan zihninin gelişim aşamalarında ilk gelişen, duyularla ve reflekslerle ilgili akıldır. Analitik akıl ise duygusal akıldan sonra, onunla bağlantılı olarak gelişmiştir ki, insana soyutlama, analiz etme gibi zihni kapasite kazandıran akıldır. Duygusal aklın dışlanması analitik aklı da temelsiz kılmak demektir. Bu nedenle duygusal aklı redderek analitik aklın gelişeceğini düşünmek, köklerini reddetmek ve bugün yaşanan felaketlerin nedenini görememektir. Yaşatan akıl ancak duygusal akılla güçlü bir bağ kurarak gelişebilir. Hegel`in ilerlemeci felsefi görüşü de insan aklını ilkel-ilkel olmayan şeklinde ayrıştırmış, analitik aklın, ilkel kadın aklın aşılmasıyla gelişeceğini savunmuştur. Yani akıl derken kastedilen analitik akıldır ve erkek bilincini oluşturur! Kadının aklı ise aşılması gereken bir engel olarak görülmüştür. Felsefe dünyasının önde gelen erkeklerinden Platon`la başlayıp Hegel ve Bacon`da zirveleşen görüş aktif olan aklın, pasif olan doğadan ve dolayısıyla doğayla iç içe olan kadından kopması gerektiğidir. Yani akıl doğadan ve kadından uzaklaştıkça akıllanacak, erkek kadından ve doğadan uzaklaştıkça erkek olacaktır! Bugün kadınla geliştirilen ilişkilerde erkeğin kendisini ölçü görmesinin nedenini bu görüşlerden muaf ele alamayız. Erkek, aklı kendi alanı olarak ele aldığından, tanımlama, yargılama, ölçü koyma, ahlakı sağlama gibi görevlere soyunuyor. Hal böyle olunca, kadını da kendi aklıyla tanımlıyor, kendi tanımlamasına uymayan kadını da sürekli ölüm cenderesinde tutuyor. Akıl, devamlı değişim ve gelişim içinde olmasına rağmen bu değişim her zaman ileriye olmamış, Aydınlanmayla beraber maalesef daha tahakkümcü bir özellik kazanmıştır. Aydınlanma aklı, duygusal aklın aşılmasıyla geliştirilmeye çalışılmış ve ancak üzerinde tahakküm kurabilen şeylerin bilineceğini ifade ederek kadınlar, doğa, hayvanlar üzerinde tahakkümünü uygulamıştır. Adorno ve Horkheimer,“Aydınlanmanın şeylerle ilişkisi, tıpkı diktatörün insanlarla ilişkisi gibidir” derken, Aydınlanmayla gelişen aklın, bu tahakkümcü özelliğine dikkat çekerler. Bilgi, tarih boyunca kadınların fısıldadıkları bir kelime, bilgelik de tanrıçaların özelliği olmuştur. Tüm bilimlerin kaynağı kadın emeği ve düşüncesi olsa da bugün bu alanlar korkunç bir talana uğramıştır. Devlet öncesi dönemde adaletin, bilgeliğin, doğayla ahenkli yaşamanın ifadesi olan kadın aklı, zaman içinde lanetlenmiş, kendisinden kaçılır olmuş ve sonunda erkek egemenliğine dayalı kültürlerde kadın sözüyle hareket eden erkek, erkek olamayacak kadar akılsız görülmüş ve ayıplanmıştır. İnsanın diğer canlılardan farkı, aklı ve düşüncesinin farklı bir boyutta gelişmiş olmasıdır. Ancak bu akıl ve düşüncenin nakşedilip anlam bulduğu ortam toplumsallık ortamıdır. Toplumsallık olmadan akıl ve düşüncenin gelişme şansı bulması çok zordur. Bu anlamda aklın doğuşu büyük bir uyanışı getirirken, bu uyanışta en önemli nokta kök hücremiz olan toplumsal akıldan kaçmamaktır. Etrafımıza baktığımızda gördüğümüz tüm tahribatların en temel sebebi, insan olarak bu kök hücreden uzaklaşmamızdır. Toplumsal akıl normlarla, kavraşsallaştırmalarla şekil bulan esnek bir yapıya sahiptir. Toplumdan kopmayan, merkezine toplumu koyan akıl, yaşatan akıldır. Duygusal akıldan kopmuş analitik, kimyasal ve nükler silahlarla Kürt Özgürlük Hareketi gerillalarının katledilip, coğrafyamızı talan ettiğinde bu aklın nasıl canavarlaştığına bir kez daha şahitlik ettik. Önder Apo, manifestonun Doğa ve Anlam bölümünde İnsan, doğayı dinleyerek anlam gücünü geliştirir. İlk öğrenme tarzının mimetik olması bundandır. İnsan, doğayı dinleyerek doğadan dönüştürür değerlendirmesiyle çözümün doğadan kopmayan, toplumsal aklın geliştirilmesinde olduğuna vurgu yapıyor. Bu nedenle egemen, cinsiyetçi kodlamalarla kirletilen, erkeğe analitik, kadına duygusal aklı yakıştırarak aklı parçalayan tutumlardan arınarak, merkezine kadını, doğayı ve toplumu koyan aklı geliştirmek gerekiyor. Akıl, yalnızca bilgiyi toplamaz, bilgiyi bilgi yapar. Bazı insanlar için bilgisayar gibi aklı var denildiğini duymuşuzdur. Oysa akıl bizim kendisine verdiklerimizden daha fazlasını veremeyen o bilgisayarlardan daha fazlasıdır. Akıl, sorunları bir bilgisayar gibi çözmekle kalmaz. Dünyada olmayan şeyleri hayal eder, düşünür ve yaratır. Kadının kalıplara sığmayan akışkan enerjisi işte bu aklın ürünüdür. Bu akıl fedekardır, yaratıcıdır, insiyatiflidir, duyguludur, estetiktir, çalışkandır, adildir, aşk ve sevgiyle doludur. Yazar Irmtraud MORGNER, şimdiye kadar filozoflar dünyayı erkeğe göre yorumladılar fakat dünyanın değişimi, kadının yorumuna göre olacaktır diyor. Yani kadın aklı, sadece yorumlamakla yetinmeyen değiştirecek güce sahiptir. Bu güç ve akıl en fazla da genç kadınlarda mevcuttur.

Silava Dergisi’nin Beşinci Sayısı Çıktı!

Kuzey ve Doğu Suriye Genç Kadınlar Birliği’nin yayını olan Silava Dergisi, “Özgür Bir Kadının Mücadelesiyle Özgür Yaşamı Tanıyın” sloganıyla okurlarıyla buluşuyor. İki ayda bir Kürtçe ve Arapça yayımlanan derginin bu sayısının ana teması: Kadın Özgürlüğü. Önceki sayılarda Demokrasi ve Ekoloji konularını işleyen Silava, bu kez özgür yaşamın en temel sütunlarından biri olan Kadın Özgürlüğü üzerine yoğunlaşıyor. Önder APO’nun “Kadınlar özgür değilse, toplum özgür değildir” sözüne atıfla, kadın özgürlüğünün toplumsal özgürlükteki belirleyici rolü sayfalarımıza yansıyor. Bu sayıda: Önder APO’nun Kadın Özgürlüğü değerlendirmeleri, Genç kadınların özgürlüğe bakışı ve mücadele yöntemleri, Portre bölümünde Şehit Jiyan Tolhildan’ın direnişi ve Kobanê’deki mücadelesi, “Kadın Özgürlüğü” kavramının tarihsel ve toplumsal anlamı, Kaleha Keçikan hikâyesi ve Kürt kadın tarihine damgasını vurmuş Deyfê Xatun destanı yer alıyor.  Silava Dergisi, genç kadınların sesi ve özgürlüğün izini sürenlerin yol arkadaşı olmaya devam ediyor. Dergiyi aşağıdan okuyabilirsiniz:

Yurtsever Genç Kadın Dergisi’nin Eylül- Ekim Sayısı Çıktı

Yurtsever Genç Kadın Dergimiz, Eylül-Ekim sayısında “Apocu Düşünce Tarzını Esas Alalım, Komünalist Yoldaşlıkla Komploya Son Verelim” şiarıyla okurlarıyla buluşuyor.   Dergimiz, Apocu düşünce tarzını konu alan temasıyla yeni bir sayıda yeniden sizlerle. Apocu düşünce tarzını ele alan dergimiz; önderlik talimatı, genç kadın perspektifi ve üniversite perspektifi ile genç kadınların yeniden inşa sürecini doğru temelde anlayıp uygulaması açısından perspektifler sunuyor. Apocular Büyük Direnir adlı önderlik talimatı, Apocu Düşünceyi Geliştirelim, Yaşamda Komünalleşip Özgürleşelim adlı genç kadın perspektifi ve Kastik Katilin Düşünce Üretim Merkezleri: Üniversiteler adlı üniversite perspektifi ile sizlerle. Dergimiz, dosya kategorisinde komplo gerçekliği ve 12 Eylül faşizmine karşı yaşamı sevecek kadar direnen gençlere yer veriyor. Jineoloji kategorisinde Çiğdem Doğu’nun Apocu Dönüşüm Bilimi, Yöntemi ve Jineoloji adlı yazısı; Kültür ve Sanat kategorisinde ise Jinda Ronahî’nin Zap Direniş Kültürü yazısı siz değerli okuyucularımızla buluşuyor. Yurtsever Genç Kadın Dergimiz, diğer sayılarında da anlam buluşmalarını sürdürmeye devam edecektir.  

Gençlik Öncüleri Anısına: Bişeng, Sara, Vejîn

Komalên Jinên Ciwan Basın Komitesi, Gençlik Hareketinin öncü şehitleri olan Şehîd Bişeng Brûsk, Şehîd Sara Hogir Riha, Şehîd Vejîn Jiyan’ın şehadetlerinin ikinci yıl dönümü anısına klip hazırladı.

Portre: Şehit Vejîn Jiyan Anısına

Portre: 23 Temmuz 2023 tarihinde işgalci Türrk devletinin gerçekleştirdiği hava saldırısı sonucu şehitler kervanına katılan Gençlik Hareketi üyesi Şehit Vejîn Jiyan Anısına

Melek Yüzlü Yoldaşım

MELEK YÜZLÜ YOLDAŞIM: Bijî Amed’in kaleminden ve sesinden “İnsan suretinde bir melek, Kalp bir hüzünler odasıdır. Ayrılıkların ve acıların ortasında sırılsıklam, Yüreğimin vadilerinde bir dağ yükselişi, Yeşil bir yaprak Gemiler de çoktan geçmiş Denizleri yakmış bir yürek Tekmil; sen bir dağ gülü Bir sebep arıyorum herkes bir sebep arıyordu. Her şeye… Ben ise ona dair bir sebep arıyordum Kendi sebebimi arar gibi Adına, sesine, yüreğine. Yüreğinin sesine sebep arıyordum. Utangaçlığının başını hafif bir hareketle arkaya atarak Minicik, tane tane gülüşünün, Sessiz sessiz ağlayışının Ve ona dair her şeyin bir sebebi olmalıydı. Ve ben işte bunu arıyordum: Onu var eden sebibi. Ona dair her şeye bir sebep arıyordum. Bişeng! Adı neden Bişeng? Söylencelerden, destanlardan, şarkılardan Ya da ezgilerden süzülmek Kulaktan kulağa yayılıp çoğalmak mıydı amacın Suların altında bir parıltı mıydı olmak istediğin? Bişeng! Suların ortasında kalmış bir yarım sevdaydı Tamamlanmamış bir aşkın küllenmemiş bir yangın yeriydi Şimdi her sevdalıkta yaşayan Her yarımlıkta saygıyla anılan ve unutulamayan Unutulmuş zamanlardan bize ulaşan Uzak diyarlardan koşup yetişen Ve her yüreğin doğusunda bir doğuma mayalanan Özlemlerin açık adresi Ulaşılmamış aşkların aşıklarından doğan Ve ulaşılmamış ve sınanmış Ve yalın yürek ortaya konulmuş Ey tanrıçam! Gönlümüzü hakikate çeviren tanrıçam Yönümüz sende yana dağlara döner her vakit En yüce, en tartışmasız devrimciliğin Geleceğe anlamlı bir yaşam bırakarak bıraktın genç yoldaşlarına Melek Yüzlü Yoldaşım!”