APOCU DÖNÜŞÜM BİLİMİ, YÖNTEMİ VE JİNEOLOJİ!

İnsan, nasıl ki çocukluk çağlarında hep bir yaşam ve bilgi merakı içindeyse, soruları çok ve arayışları yoğunsa, insanlığın ilk oluşum çağlarında da yoğun bir merak içindedir, sorularla doludur. Aslında buna insan olmaktan, toplum olmaktan kaynaklı arayış ve merak demek daha doğru olacaktır. Çocukken de, gençken de, olgunluk ve yaşlılık çağlarındayken de insan hep bir arayış içinde iken; tarih boyunca toplumlar, kültürler, farklı kimlikler de sürekli bir arayış içinde olmuşlardır. Arayışların en genel anlamda zayıfladığı, hatta neredeyse bitti denildiği yer ve zamanda bile, mutlaka arayan, hisseden, duyan, gören, bilmek isteyen hakikat arayışçıları olmuştur. Bu, olmazsa olmaz bir aşk, tutku olarak daima yaşanmış, büyük bedeller ödenerek hakikat haline gelinmiştir. Hakikat arayışı çok önemli olmakla birlikte, en az onun kadar önemli olan diğer bir konu da hakikate ulaşma yöntemidir. Yöntemsiz bir hakikat arayışı, daha doğrusu hakikat kavuşması mümkün değildir. Hakikati arayabilirsin, soruların çok da olabilir, ancak ona ulaşmanın yol ve yöntemi yoksa, bu sadece bir niyet, hayal veya soyut bir fikir mezarlığı olmanın ötesine geçemez. Bu nedenle hakikatte yöntem, olmazsa olmaz bir ilke, oluş diyalektiğidir. Bu kapsamda insanlık tarihi boyunca mitolojik, dini, felsefi ve bilimsel yöntem olarak dört temel biçim açığa çıkmıştır. Her bir yöntem hayatın ve evrenin bilinmezliklerini bilmeye, anlamlandırmaya; kendisince iyiyi, doğruyu, güzeli, anlamlı olanı, farklılıklarıyla bir ve bütün olanı bulmaya çalışmıştır. Kürdistan tarihinde de şüphesiz bu arayış serüveninin çok yönlü ve zengin isimleri, yüzleri vardır. Proto Kürt tarihi, örtük tarih ve inkar tarihi, bu serüvenin inanılmaz zenginliğini ve yaygınlığını sunmaktadır, ancak örtülü kaldığı ve inkar edildiği için hala bir çok yönüyle keşfedilmeyi, yeniden anlamlandırılmayı beklemektedir. İşte APOCU düşünce tarzı, APOCU felsefe dediğimiz gerçeklik de Kürdün ve insanlığın, kadınlığın örtük tarihinin örtüsünü kaldırmaya, ölümden beter yok sayılmaya, inkar edilmeye karşı varlığını ispatlamayı ve onu özgürleştirmeyi esas alan bir hakikat yolu, yöntemidir. Ki bu yöntem, Önder APO’nun çocukluğundan bugüne kadar birbirinden kopmayan, bilakis her defasında birbirini tamamlama ve süreklileştirme temelinde yürüyen bir hakikat yöntemidir. Her anı büyük bir merak, soru, şüphe, arayış, sarsılma, ısrar, kararlılık, yıkma ve inşa, dönüşüm, genel olarak doğru olana ulaşma ama ulaştığıyla da yetinmeme ile geçen bir yaşam, yürüyüş ve hakikate ulaşma savaşıdır bu. Yöntemi, kendi yaşam mücadelesiyle, öz tecrübesiyle, her bir aşamasını anlamlandırıp diğerine bağlayarak, sürekli büyütüp besleyerek geliştirmiştir Önder APO. Bu nedenle APOCULUK Kürdistan’da, Ortadoğu’da ve bugün dünyada bir düşünce, bir yaşam ve bir mücadele tarzı, stratejisi olarak ifadesini bulmuştur. APOCULUK, insanı, doğayı, yaşamı, ben ve ötekini, biz gerçekliğini, hayatın organizasyonel-ilişkisel gerçeğini her anında soran sorgulayan, mevcut olanı kabul etmeyip doğrusu, hakikati hangisidir diye sorup cevabını kendinden başlayarak ve hevalleriyle, toplumuyla paylaşarak veren, derinleştiren bir tarzdır. Hakikate, insanlık tarihinin açığa çıkarmış olduğu tüm değerlerle ve yine mitoloji, dini, felsefi ve bilimsel yöntemleri iç içe geçirerek bütünlüklü ulaşmayı esas alan bir çizgidir. APOCU tarzda, yöntemler birbirinden koparılamaz, yöntemleri birbirinden koparmak, hakikati parçalamak anlamına gelir ki bu da hayatın doğrularından insanı uzaklaştırır. Biz buna Demokratik Modernite Paradigmasının bilim yöntemi de diyebiliriz, Önder APO şahsında ve tarzında hayat bulan bir yöntemdir. Somuttur. Önder APO, tüm mücadele hayatı boyunca bilimci yöntemi değil bilimsel yöntemi esas almış, bu bilimsel yöntemi mitolojik, dini ve felsefik hakikatlerle besleyerek kendine has bir tarzı açığa çıkarmıştır. Özellikle de çözümleme diye ifade ettiğimiz yöntem, bunun en bilinen, görünen yanı olmaktadır. Çözümleme bir açıdan analiz anlamına da gelir, ancak bu analiz yöntemi kuru, parçalayan, dogmatik ve statik bir tarzda değildir. Bilakis bu analiz yöntemi sosyolojiden tutalım psikolojiye, arkeolojiye, tarihe, pedagojiye, ontolojiden epistemolojiye, metodolojiye kadar uzanan, tüm bunları kendi içine alan ve yoğuran bir yöntem olmaktadır. Bu bilim alanları tek tek böyle isimlendirilmez, ancak uygulanan yöntem tam da bunların başarılı bir bileşkesi, sentezidir. Bir insanı ele alıştan tutalım da tarihi, coğrafyayı, kültürü, sosyolojiyi, politikayı, psikolojiyi, fiziği, mikro ve makro kozmosu, doğayı bütünlüğü içinde kavramaya çalışan yöntemiyle hakikate kolektif ya da komünal tarzda ulaşmayı esas alır. Aslında tüm bunların toplamına; tüm yöntemleri içine alan bilimsel yöntemiyle APOCU’luğa, DÖNÜŞÜM BİLİMİ VE YÖNTEMİ demek de yerinde olacaktır. İnsanın, doğanın, evrenin hakikatine komünal zihniyet ile bütünlüklü bir bakış açısıyla ulaşma yöntemi, beraberinde muazzam bir değişim-dönüşüm mücadelesini getirmektedir. Elli iki yıllık mücadele tarihimizin açığa çıkarmış olduğu en temel değerlerden biri de bu olmuştur. Ki bu yönüyle gerçekten de insanda, toplumda değişim-dönüşümün bilimsel değerleri açığa çıkarılmıştır. Yazımızın konusu olan “Jineolojinin APOCU felsefedeki yeri nedir?” sorusunu da bu DÖNÜŞÜM BİLİMİ ve DÖNÜŞÜM YÖNTEMİ, yine hakikatin bütünlüğü kavramsallaşması etrafında cevaplandırmaya çalışacağız. Hakikatin çeşitliliği içeren ancak bütünlüklü bir yapısı olduğu gözlerimizin önündeki bir gerçektir. Her türlü varlık-varoluş, ilişki ve çelişki gerçekliği ile özgün-özerk ve genel-bütünlüklü yapısallığı ile hakikatin varoluşuna vesile olur. İnsan toplumu açısından bu durumu ele aldığımızda, toplumun esas bir çeşitlenmesi olan kadınlık ve erkeklik olgusu, ilişki ve çelişkisiyle karşımıza çıkar. İnsan toplumunun hakikati bu her iki cinsin ilişki ve çelişkisi ile anlam bulur ya da anlamsızlaşır. Onbinlerce yıla yayılan erkek egemenlikçi zihniyet ve sistem, toplumun anlamını yaratan bu ilişki ve çelişki diyalektiğini dengesizleştirmiş, kadını ontolojik (varlık) olarak paramparça edip nesneleştirirken, epistemolojik (bilgi-akıl-duygu) olarak da inkar edip anlamsızlaştırmış, yani köleleştirmiştir. Kadın bedensel ve ruhsal olarak kimliğini kaybetmiştir. İşte APOCU düşünce tarzı ve bunun geliştirdiği dönüşüm bilim ve yöntemi, inkar edilen Kürt hakikatini açığa çıkarmayı esas alırken daha derinden inkar edilen ve sömürülen kadın hakikatini de açığa çıkarmayı, özgürleşmeye doğru dönüştürmeyi esas almıştır. Elli iki yıllık PKK tarihi, aynı zamanda bu gerçekliğin büyük bedellerle bu değerleri açığa çıkardığı, toplumsallaştırdığı, komünleştirdiği bir tarih olmuştur. Biz tüm bunları bilimsel ve yöntemsel yaklaşımdan bağımsız ele alamayız. Jineoloji, işte açığa çıkan tüm bu değerlerin bilimsel analize tabi tutulması, bunun tarihsel geçmişinin kadın gözüyle analiz edilmesi, günümüzdeki tortu ve kalıntılarının görünür hale getirilmesi ve bu tortulardan özgürlük değerlerinin geliştirilmesini esas alır. Bunun için, toplumsal hakikatinden koparmadan kadın gerçekliğine odaklanır. Yani jin’i jiyan’dan koparmaz, bilakis jin’i jiyan’la bütünlüklü ele alarak özgürlük mücadelesinin başaracağını bilir ve yöntemlerini de buna göre belirler. İşte burada APOCU felsefe ve düşünce tarzında ortaya çıkmış olan sosyolojik çözümleme yöntemi, jineolojinin de esas aldığı bir yöntem olur. Kadını, hayat verdiği ve hayat bulduğu toplumsal yaşam ile bütünlüklü ele alarak, özgürleşme mücadelesini, stratejisini, politikasını, kişilik yapılanmasını, stilini, tarzını buna göre belirlemeye, daimi olarak sosyolojik çözümlemesini yapmaya çalışır. Elbette ki on binlerce yılın erkek egemenliği, toplumsallığı negatifleştirmiş, parçalamış, ahlaki ve politik
Yaşayan ve Yaşatan Akıl; Toplumsal Akıl

YAŞAYAN VE YAŞATAN AKIL, TOPLUMSAL AKIL Roşan Semsûr Akıl, ufuk, havsala, irfan, basiret, zihin, izan gibi birçok farklı karşılayanla günlük yaşamda kullandığımız bir kavram olmasının yanında felsefede de çıkar karşımıza. Aklın doğası ve beyinle olan ilişkisi, akıl-beden ikilemi asırlardır felsefenin temel konuları arasında yer almıştır. Yaratılışçılar, aklın gelişmiş biçimde ve birden ortaya çıktığına yani aklın, kutsal yaratılışın bir parçası olduğuna inanırlarken, karşıt olarak aklın uzun bir evrim sürecinden geçtiğini ve doğaüstü güçlere gereksinmeden açıklanabileceğini savunan görüşler de olmuştur. İlk filozoflardan Herakleitos MÖ. 5.yüzyılda varlık anlayışının temeline koyduğu logos sözcüğünü akıl, ölçü gibi anlamlara gelecek şekilde kullanırken, aklı, evreni bir bütün olarak kuran ve hareket ettiren ilke olarak tanımladı. Aristotales, akıl, maddenin nasıl ve neden olduğu gibi oluştuğu, neden öyle kalmayıp değiştiği sorularının cevabıdır derken, Sokrates, “insanı insan yapan şey psukhe olup, psukhe’nin özü akıldır. Erdem, yalnızca insana özgü olan akılla ilgilidir. Aklın en önemli fonksiyonu, tıpkı zanaatkârın araçlarını bir şey yaratmak için iyi kullanması ve yönetmesi gibi, onun bireyin hayatını yönetmesi, yönlendirmesi ve düzenlemesidir” der. “Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değer olmayan hayattır” derken de aklın yönetme, yönlendirme ve düzenleme özelliğine vurgu yapar. Aydınlanma filozoflarından olan Kant ise aklın, ahlakın kaynağı olduğuna inanıyordu. Aklın bu tanımlamalarına baktığımızda, erdem, araştırma, yaratma, yönlendirme, yaratıcılık gibi kadını ve erkeği kapsayan, tüm insanlık için olan birçok vasıf görürüz. Peki ne oldu da tarihin seyri ortak aklı erkek aklı ve kadın aklı diye bir ayrışmaya götürdü ve günümüze gelindiğinde erkek aklına meyillendi. Aklı, erkek ve kadın diye cinslere ayırmanın doğruluğu, “erkek aklı” ya da kadın aklı, ifadesiyle neyin kastedildiği tartışılması gereken konulardır. Önder Apo`nun hakikate ulaşmada yöntem olarak ortaya koyduğu mitoloji, din, felsefe ve bilimle gelişen insan, büyük bir tecrübe ve toplumsal bir akıl oluşturdu. Fakat insanlığın ortak ürünü olan akıl, Sümer mitolojisinden bu yana erkeklik argümanlarıyla dizayn edildi. Erkek egemen kültür kadını, akıl ve bilgi dünyasından dışlayarak aklı bir cinsin buyruğu altına aldı. Akıl, esnek ve kendi üzerine düşünebilen özel bir olgu olsa da, norm ve kavramsallaştırmalarla gelişir. Bu norm ve kavramsallaştırmalar da insanlara nasıl düşüneceklerini, nasıl yaşayacaklarını öğütler. İnsanlar, bu akıl ürününüyle yaşarken onu, düşünüş formuna, huya, dile ve kültüre dönüştürürler. Nihayetinde “Erkek Aklından” kastedilen, aklın kadına, doğaya ve topluma karşı kültürleşmesidir. Bu kültürleşmeyle bilimciliğin ve aklın ilahileştirilip, maneviyatın ve duygusal aklın ise ötelendiği modernist erkek aklına dayanan sistem geliştirilmiştir. Mesela Aristo, aklı(erkek olanı), duyguya(kadın olana) baskın kabul edip, kadının rolünün annelik olduğunu teorize ederken Hegel, aynı teoriyi iki bin yıl sonra Tinin Fenomolojisi`nde savunmaya devam etmiştir. Oysa kadınla yeksan tutulan duygusal akıl, insan zihninin gelişim aşamalarında ilk gelişen, duyularla ve reflekslerle ilgili akıldır. Analitik akıl ise duygusal akıldan sonra, onunla bağlantılı olarak gelişmiştir ki, insana soyutlama, analiz etme gibi zihni kapasite kazandıran akıldır. Duygusal aklın dışlanması analitik aklı da temelsiz kılmak demektir. Bu nedenle duygusal aklı redderek analitik aklın gelişeceğini düşünmek, köklerini reddetmek ve bugün yaşanan felaketlerin nedenini görememektir. Yaşatan akıl ancak duygusal akılla güçlü bir bağ kurarak gelişebilir. Hegel`in ilerlemeci felsefi görüşü de insan aklını ilkel-ilkel olmayan şeklinde ayrıştırmış, analitik aklın, ilkel kadın aklın aşılmasıyla gelişeceğini savunmuştur. Yani akıl derken kastedilen analitik akıldır ve erkek bilincini oluşturur! Kadının aklı ise aşılması gereken bir engel olarak görülmüştür. Felsefe dünyasının önde gelen erkeklerinden Platon`la başlayıp Hegel ve Bacon`da zirveleşen görüş aktif olan aklın, pasif olan doğadan ve dolayısıyla doğayla iç içe olan kadından kopması gerektiğidir. Yani akıl doğadan ve kadından uzaklaştıkça akıllanacak, erkek kadından ve doğadan uzaklaştıkça erkek olacaktır! Bugün kadınla geliştirilen ilişkilerde erkeğin kendisini ölçü görmesinin nedenini bu görüşlerden muaf ele alamayız. Erkek, aklı kendi alanı olarak ele aldığından, tanımlama, yargılama, ölçü koyma, ahlakı sağlama gibi görevlere soyunuyor. Hal böyle olunca, kadını da kendi aklıyla tanımlıyor, kendi tanımlamasına uymayan kadını da sürekli ölüm cenderesinde tutuyor. Akıl, devamlı değişim ve gelişim içinde olmasına rağmen bu değişim her zaman ileriye olmamış, Aydınlanmayla beraber maalesef daha tahakkümcü bir özellik kazanmıştır. Aydınlanma aklı, duygusal aklın aşılmasıyla geliştirilmeye çalışılmış ve ancak üzerinde tahakküm kurabilen şeylerin bilineceğini ifade ederek kadınlar, doğa, hayvanlar üzerinde tahakkümünü uygulamıştır. Adorno ve Horkheimer,“Aydınlanmanın şeylerle ilişkisi, tıpkı diktatörün insanlarla ilişkisi gibidir” derken, Aydınlanmayla gelişen aklın, bu tahakkümcü özelliğine dikkat çekerler. Bilgi, tarih boyunca kadınların fısıldadıkları bir kelime, bilgelik de tanrıçaların özelliği olmuştur. Tüm bilimlerin kaynağı kadın emeği ve düşüncesi olsa da bugün bu alanlar korkunç bir talana uğramıştır. Devlet öncesi dönemde adaletin, bilgeliğin, doğayla ahenkli yaşamanın ifadesi olan kadın aklı, zaman içinde lanetlenmiş, kendisinden kaçılır olmuş ve sonunda erkek egemenliğine dayalı kültürlerde kadın sözüyle hareket eden erkek, erkek olamayacak kadar akılsız görülmüş ve ayıplanmıştır. İnsanın diğer canlılardan farkı, aklı ve düşüncesinin farklı bir boyutta gelişmiş olmasıdır. Ancak bu akıl ve düşüncenin nakşedilip anlam bulduğu ortam toplumsallık ortamıdır. Toplumsallık olmadan akıl ve düşüncenin gelişme şansı bulması çok zordur. Bu anlamda aklın doğuşu büyük bir uyanışı getirirken, bu uyanışta en önemli nokta kök hücremiz olan toplumsal akıldan kaçmamaktır. Etrafımıza baktığımızda gördüğümüz tüm tahribatların en temel sebebi, insan olarak bu kök hücreden uzaklaşmamızdır. Toplumsal akıl normlarla, kavraşsallaştırmalarla şekil bulan esnek bir yapıya sahiptir. Toplumdan kopmayan, merkezine toplumu koyan akıl, yaşatan akıldır. Duygusal akıldan kopmuş analitik, kimyasal ve nükler silahlarla Kürt Özgürlük Hareketi gerillalarının katledilip, coğrafyamızı talan ettiğinde bu aklın nasıl canavarlaştığına bir kez daha şahitlik ettik. Önder Apo, manifestonun Doğa ve Anlam bölümünde İnsan, doğayı dinleyerek anlam gücünü geliştirir. İlk öğrenme tarzının mimetik olması bundandır. İnsan, doğayı dinleyerek doğadan dönüştürür değerlendirmesiyle çözümün doğadan kopmayan, toplumsal aklın geliştirilmesinde olduğuna vurgu yapıyor. Bu nedenle egemen, cinsiyetçi kodlamalarla kirletilen, erkeğe analitik, kadına duygusal aklı yakıştırarak aklı parçalayan tutumlardan arınarak, merkezine kadını, doğayı ve toplumu koyan aklı geliştirmek gerekiyor. Akıl, yalnızca bilgiyi toplamaz, bilgiyi bilgi yapar. Bazı insanlar için bilgisayar gibi aklı var denildiğini duymuşuzdur. Oysa akıl bizim kendisine verdiklerimizden daha fazlasını veremeyen o bilgisayarlardan daha fazlasıdır. Akıl, sorunları bir bilgisayar gibi çözmekle kalmaz. Dünyada olmayan şeyleri hayal eder, düşünür ve yaratır. Kadının kalıplara sığmayan akışkan enerjisi işte bu aklın ürünüdür. Bu akıl fedekardır, yaratıcıdır, insiyatiflidir, duyguludur, estetiktir, çalışkandır, adildir, aşk ve sevgiyle doludur. Yazar Irmtraud MORGNER, şimdiye kadar filozoflar dünyayı erkeğe göre yorumladılar fakat dünyanın değişimi, kadının yorumuna göre olacaktır diyor. Yani kadın aklı, sadece yorumlamakla yetinmeyen değiştirecek güce sahiptir. Bu güç ve akıl en fazla da genç kadınlarda mevcuttur.
APOCU DÜŞÜNCEYİ GELİŞTİRELİM, YAŞAMDA KOMÜNALLEŞİP, ÖZGÜRLEŞELİM!

“Tarihsel toplum boyunca merkezi uygarlık güçlerinin saldırılarının olduğu her yer ve zamanda yurtsever ve direnişçi halk ve topluluklar öncülüğünde kendini savunma, örgütlenme ve eyleme geçme durumları sürekli gelişmiştir. Toplumlar özgür bir yaşama kavuşmak için arayışlarını egemen sistemin ideolojik-toplumsal yapısının dışında sürdürmüşlerdir. Bunun için de öncelikli olarak düşünce ve zihniyette başlayan hegemonik yapıya karşı sürekli kendilerini düşüncede örgütlemişlerdir. Düşünce ve zihniyet ile kendini koruma yöntemi her toplulukta farklı özsavunma yöntemlerini de açığa çıkarmış ve özsavunmasız hiçbir toplum kendini korumayı başaramamıştır. Bu temelde de topluma dayatılan yabancılaşma ve saldırı ne kadar büyük olmuşsa direnişler de o kadar büyük olmuştur. Özelde Kürt ve Kürdistan gerçekliğinde her birimiz buna şahitlik etmişizdir. Özgür ve diyalektik düşünce tarzından dolayı on binlerce kişi katledilmiş, yakılmış ve sürgün edilmiştir. Kendi düşünce yapısından ve yaşam tarzından kaynaklı yaşadığımız coğrafyalarda hâlâ bu katliam, soykırım, tutuklama, işkence ve sürgünler devam etmektedir. Çok yakın bir süreçte neredeyse her birimizin tanıklık ettiği bir Gazze gerçekliği, Dürzi halkına dönük yapılan katliam gerçekliğinin nedeni de aynı zihniyet yapısıdır. Kastik katil zihniyeti insanlığı öyle bir duruma getirmektedir ki, kendi gözleri önünde bir toplumun çocukları açlıktan ölmektedir. Fakat sahip oldukları toplumsal-komün düşüncesinde kaçma, terk etme, teslim olma yoktur. Toprak sevgisi varlık ile özdeş kılınmıştır. Sahip olduğun düşünce var olma gerçekliğindir. Bir irade beyanıdır. Yurtseverlik düşüncesi, toprak sevgisini, toplum sevgisini, inanç ve bağlılığı yaratmaktadır. Düşünce ve zihniyetin iradeye dönüşmüş ve eylemsel kılınmış gerçekliği bu anlamda tarihten günümüze bir direniş içerisindedir. Her düşünce tarzı bir kültür, karakter ve yaşam biçimini açığa çıkarır. Bu anlamda direnen de teslim olan da düşünce ve zihniyettir. Beden ve dili de harekete geçiren insan aklıdır. Burada kendimize yönelteceğimiz esas soru da şudur: Peki bizler nasıl bir düşünce yapısına, zihniyete sahip olmaktayız? Düşünce tarzımız bizleri direnişçi mi kılıyor, pasif mi kılıyor, yoksa bir Judenrat gerçekliğine mi sürüklemektedir? Kendi gerçekliğimize doğru yönelerek, doğru sorgulama ve çözümleme ile yaklaşarak Apocu düşünce tarzına ulaşabiliriz. Değerli Yurtsever Genç Kadınlar! Düşünce, zihniyet inşası, fikir üretimi dediğimizde esasında düşüncede doğruya ulaşma ve anlam yoğunlaşmasını yaratmanın adı olmaktadır. Düşünceden kopuk olan pratikler kişiyi köleleştirir. Toplumsallığa değil, kapitalist sisteme hizmet eder konuma getirir. Özellikle genç kadınlar olarak daha esnek bir düşünce yapısı, diyalektik düşünceyi geliştiren ve özgür düşünebilen, düşünceyi eylemli kılan bir gerçekliğe sahip olmamız gerekir. Önderlik; “Kapitalist sistemde tarihte hiç olmadığı kadar sözle eylem arasında kopukluktan da öteye, geliştirilmiş bir ihanet var kılınmıştır. Bu sistemde sözler sanki hep eylemi yanlışlamak içindir. Hegemonik sistemin kulluğu somutunda eyleme daha önce hiç görülmediği kadar âdeta mekanik bir aygıt rolü oynatılmaktadır.” belirlemesinde bulunmaktadır. Dikkat edin, kastik katil sistemin tam da yaptığı bu olmaktadır. Sözden, düşünceden kopuk sürü toplumlar yaratmaktadır. Kastik katil dediğimiz zihniyet yapısı özelde kadınları hedef yapmakta ve kadın adeta kendi özdüşünce yapısına ihanet etmiş bir konuma getirilmiştir. Yine ezber olmaktan öteye gidememiş düşünce ve buna göre olan davranış ve mimikler de yaşam gerçekliğini bozmaktadır. Sahip olduğumuz düşünce bizlere değil, bir devlete, düşmana ait olmuştur. Düşünce ve eylemde uçurumlar yaratılmış ve ne söylediğimiz ne de yaptıklarımız bir hakikatin yansımasını yapmamaktadır. Düşünce gücüne, söze, inşa edilen bir bilince düşmanlık yaratılmıştır. Ana tanrıçanın örgütlediği komün toplumuna baktığımızda ise söz ve eylem birlikteliğini görürüz. Diyalektik düşünce tarzı ve simbiyotik bir ilişki hâkimdir. Komün yaşam tarzında zihniyet yapılanması herhangi bir hukuk, kanun ve kitaba göre oluşturulmamış ve kalıba sıkıştırılmamıştır. Kültür dediğimiz değerler toplamı da bu şekilde oluşturulmuştur. Kastik katil sistem ile yapılan ise modern adı altında kişileri uyuşturmaktır. Kısacası modern cahillik, kastik katil sistemdeki cahillik olmaktadır. Duyguları alınmış, hissetmeyen, uyuşturulan, düşünmeyen, bireysel ve bencil kişilikler ile sistemini yürütmektedir. Bunlardan en korkunç olanı da bilmemesine rağmen cahilliğini aydın olma ile gösteren, topluma yabancılaşan kesimlerdir. Bilmediğini dahi bilmeyen cahillik, düşünce gücünü, bilgeliğin özünü saptırdıkça cehaletin içeriği de böylece değiştirilmiştir. Günümüz gerçekliğinde de bütünüyle tersyüz edilmiş ve çarpıtılmış bir durum söz konusudur. Doğru bildiğimiz ve bize öğretilen düşünceler, düşüncesizliği yaratarak kişiyi en zavallı, bilemez ve anlayamaz hâle getirmektedir. Dikkat edin; dogma, tutuculuk, kalıp ve ezberler dediğimiz alışkanlıklar ve bize öğretilenler bir düşünce tarzı, üslup, yaklaşım ve karakter halini almıştır. Tutuculuk dediğimiz şey muhafazakârlıktır ki dogmatizm de bununla bağlantılıdır. Akıcılığın, yaratıcılığın, yeniliğin, değişim ve dönüşümün önünde en büyük engel olmaktadır ki bu özellikler kadın ve gençlik kimliğine, evrenin diline ters bir durumdur. Kadın ve gençliğin düşünce yapısı esnektir ve özgürlükte esnekliği gerektirir. Esnekliğin ve diyalektik düşünce tarzının zayıflamış olması özgürlüğün de zayıfladığı anlamına gelir. Özellikle Bakurê Kurdistan ve Türkiye’de örgütlü bir gücü yaratmamanın esas sebeplerinden biri özgür düşünceyi kendimizde yaratmamamızdır.”
Yurtsever Genç Kadın Dergisi’nin Eylül- Ekim Sayısı Çıktı

Yurtsever Genç Kadın Dergimiz, Eylül-Ekim sayısında “Apocu Düşünce Tarzını Esas Alalım, Komünalist Yoldaşlıkla Komploya Son Verelim” şiarıyla okurlarıyla buluşuyor. Dergimiz, Apocu düşünce tarzını konu alan temasıyla yeni bir sayıda yeniden sizlerle. Apocu düşünce tarzını ele alan dergimiz; önderlik talimatı, genç kadın perspektifi ve üniversite perspektifi ile genç kadınların yeniden inşa sürecini doğru temelde anlayıp uygulaması açısından perspektifler sunuyor. Apocular Büyük Direnir adlı önderlik talimatı, Apocu Düşünceyi Geliştirelim, Yaşamda Komünalleşip Özgürleşelim adlı genç kadın perspektifi ve Kastik Katilin Düşünce Üretim Merkezleri: Üniversiteler adlı üniversite perspektifi ile sizlerle. Dergimiz, dosya kategorisinde komplo gerçekliği ve 12 Eylül faşizmine karşı yaşamı sevecek kadar direnen gençlere yer veriyor. Jineoloji kategorisinde Çiğdem Doğu’nun Apocu Dönüşüm Bilimi, Yöntemi ve Jineoloji adlı yazısı; Kültür ve Sanat kategorisinde ise Jinda Ronahî’nin Zap Direniş Kültürü yazısı siz değerli okuyucularımızla buluşuyor. Yurtsever Genç Kadın Dergimiz, diğer sayılarında da anlam buluşmalarını sürdürmeye devam edecektir.
“BİZ NARKİSOS DEĞİLİZ, ANALARIMIZIN KIZLARIYIZ”

Roşan Semsur Yazdı “Kendi tarihini yazamayanlar, başkalarının kendileri için yazdıklarına mahkum olurlar. Her egemen erkeğin yaşamasa da yazdığı bir tarihi var. Yani bizlere, yaşanmış olaylar olarak bellettikleri tarih, aslında yaşanan değil, egemen erkeğin kaleminden dökülen süslü birer kahramanlık hikayesinden ibaret. Bu nedenle tarihini doğru okumamanın acısını en çok yaşayan, en çok tarihsiz bırakılan, kendisine atfedilen tarihi ise baştan aşağı bir çarpıtma olan biz kadınlarız. Oysa tarihi doğru okumak, kendini tanımaktır. Neyin bize ait olduğunu, neyin ise yakıştırma olduğunu anlamaktır. İnsanlar, karşı olduklarına benzeşmez, onlara karşı savaşır ve mücadele ederler. Bu nedenle genç kadınlar olarak işe “Bu özellik bana ait değil aksine; gözlerinin içine baka baka kendisine karşı durduğum ve mücadele verdiğim erkek egemen sistemin bir özelliğidir” diye başlamak gerekiyor. Bunun bilincinde olmak, genç kadınlar olarak içine düşürüldüğümüz kara delikten daha erken kurtarabilir bizi. Tarih, birçok hakikat arayışçısının ve hareketin, karşıtlarına benzeşmesi gibi bir tehlikeyi hep yanı başlarında taşımalarından çıkarılması gereken derslerle dolu. Hal böyle olunca, karşı durduklarımızı daha fazla tanımayı, neyin erkek aklını, neyin kadınları ve toplumu temsil ettiğini tez elden saflığa kavuşturmamız gerekiyor. İşte bu, biz genç kadınların en büyük öz savunma mekanizması oluyor. Önder APO, hakikate giden yolda sadece bir yöntemi esas almaz, hatta bir tek yöntemle hakikate ulaşılamayacağını ifade eder ve hakikate ulaşmada bir yöntem olan mitolojiye ilişkin şu değerlendirmeyi yapar; “İnsan topluluklarını kavramada temel bir yöntem olarak mitoloji vazgeçilmez önemdedir. İnsan zihnini ütopyasız, mitolojisiz bırakmak, bedeni susuz bırakmaya benzer. Mitolojik anlatım gerçeğin çok gizlenmiş ifadesidir. Mitolojilerde mutlaka bir hakikat gizlidir”. Bu minvalde mitolojilere dayanarak günümüzde de sıkça kullandığımız ve maalesef genelde kadına atfedilen bir kavramdan bahsetmek istiyorum. “Narsis”; kendisini beğenen, kendine sevdalı, kendine aşık…Tabi, bu kavramın mitolojilere kadar dayanan köklü bir tarihinin olduğunu söylemeden geçmek olmaz. Bu nedenle, Yunan mitolojisinde bir kahraman olan Narkison`un trajik hikayesine kulak vermek lazım. Rivayete göre Narkisos, güzelliğiyle kadınların aklını başından alan bir gençmiş. Birçok kadın Narkisos’un etrafında dönse de kibirli Narkisos kimseyi beğenmez, sadece kendisiyle ilgilenirmiş. Hatta saatlerce ayna başında oturup kendini izlediği, günlerini kendisiyle meşgul olarak geçirdiği de anlatılan hikayeler arasındadır. Bir gün çok güzel bir peri kızı olan Ekho, ormanda Narkissos`u görür ve ilk görüşte aşık olur. Ancak büyük aşkına Narkisos’un küçümseyen bakışlarından başka karşılık bulamayan Ekho, günden güne erir ve sonunda bu aşkın derdinden de ölür. Ekho`nun kemikleri kayalara, sesi de kayalardaki yankılara dönüşür. Ekho ölmeden önce “umarım öyle birine aşık olursun ki sana hiç yüz vermez ve bu aşkla sararıp solarsın “diye de beddua eder Narkissosa. Rivayet o ya, bir gün göl başına giden avcı Narkisos, sudaki aksine aşık olur. O zamana kadar kimseyi sevmeyen Narkissos sonunda kendisini sevmiştir. Kendisine aşık olan Narkissos günlerce sudaki aksine bakıp durur. Gözünü sudaki aksinden alamaz, yerinden kalkamaz olur. Ne su içebilir ne de yemek yiyebilir. O da tıpkı Ekho gibi karşılıksız aşkın derdinden günden güne erimeye başlar ve sudaki aksini seyrederek ömrünü tüketir. Öldüğü yerde ise hepimizi kokusu ve güzelliği ile mest eden Nergis çiçeği boy verir. Geçmişe ve hakikate ilişkin bilgiler içeren mitolojilerle biraz da bugünü değerlendirmek gerekiyor. Kendini beğenmek, gelişimimiz önündeki en büyük engellerden biri olarak karşımızda duruyor. Kendini beğenmek, yani tamamlandığını sanmak. Peki, tamamlandığını düşünen kadın nasıl yeni arayışlara girebilir Ya da yeni arayışlara girme çabasını, ihtiyacını ne kadar kendinde görür, hisseder, ister? Önderlik” Kadında taşınan enerji hem daha fazladır hem de bu enerjinin niteliği farklıdır. Toplumsal doğada erkek enerjisi iktidar aygıtlarına dönüştüğünde maddi formlar, biçimler halini alır. Kadında ise enerji ağırlıklı olarak form haline, biçimselliğe gelmez. Enerjisi akışkan halini korur. Dondurulmamış kadındaki güzellik, şiirsellik, tını kabiliyeti ağır basan bu enerji haliyle yakından bağlantılıdır.” diyor. Yani, kadında akışkan halde olan enerji hep arayışta olan enerjidir. Durmak bilmez, form almaya, kafese kapatılmaya karşı hep harekette, hep arayıştadır. Tabi buradan kadındaki enerjinin başına buyruk olduğu sonucu çıkarılmamalı. Hegemonlar tarafından kendisine biçilen deli elbisesini kabul etmemek, dogmatizme karşı esnek ve kıvrak bir zekaya sahip olmaktır asıl olan. Yani kadın, yaşamının rotasına arayışı koyarak hep yolda olandır. Kendimize sormamız gereken önemli bir soru,Neden bizi kendimize sevdalı hale getiriyorlar, yakmamız gereken kişiliklerimiz orta yerde dururken, neden aynalara ille de büyülenerek bakmamızı istiyorlar Çünkü kendisini beğenen kadının aramayacağını, keşfetmeyeceğini biliyorlar. Bu yüzden keşiflerimizin, gelişimimizin önüne Narkisos`un aynasını kalın surlar gibi örüyorlar. Fakat bu çarpıtılan hakikatlerin karşısında direnerek bugünlere kadar gelebilen bir Tanrıça Kültürü var. Bize unutturmaya çalıştıkları en büyük hakikat Tanrıça İnanna`nın kızları, Ninhursag`ın torunları olduğumuz. Ananın yaratımları anlamına gelen, sanatı, kültürü, bunların kurumlarını ve dili ifade eden ME`leri Zagros ve Toroslardan alarak insanlığa mal eden Tanrıça İnanna`nın kızlarıyız biz. Değer yaratmakla kalmayıp, yarattığı değerlere göz koyanlara karşı yerin yedi kat altına girmek ya da sevdiğinden vazgeçmek gerekse de, her türlü kavgayı göze alan, erkekleri karşısında tiril tiril titreten Tanrıça İnanna`nın kızlarıyız. Derler ki, kızlar analarına çekerler. Öyleyse İnanna`nın, Tanrıça Kültürünün söylediklerine kulak verelim. Önder APO kadın eşittir komünalliktir. Kadın, Tanrıça İnanna`nın elinden alınan değerleri yeniden kazanmak istiyorsa, bunun vazgeçilmez aracı demokratik komündür. dedi. Toplumsallık dışında bir yaşamın mümkün olmadığını görerek, toplumsallığın hücresi olan komünleri geliştirelim, üretelim, büyütelim, örgütleyelim. Hakikatimizin ayna karşısında kendisine methiyeler dizen Narkisos`da değil, toplumsallık için savaşan, her güne yeni buluş ve yaratımlarla katılan Tanrıça İnanna`da gizlendiğini görelim. Hakikati arayan dervişlerin, ancak kendilerini aştıkları zaman aynalara baktıkları söylenir. Çünkü onlar bilirler ki artık aynada gördükleri kendileri değildir sadece. Onlar, aynada yıllarca aradıkları hakikati ve onları bu hakikate ulaştıran yol arkadaşlarını görürler. Bizler aynalara bakma zamanımız geldiğinde, aşık olacaksak o surete değil, suretin içindekine aşık olmalıyız. O suretin aynada görünmesi için bu zorlu yolda yanımızda olanları, dikenli yolları bizim için temizleyenleri görebilmeliyiz. Bizi biz yapanları, bize anlamlı bir yaşamın kapısını aralayanları, aynalara bakacak kıvama gelmemizi sağlayan yoldaşlarımızı, analarımızı, Tanrıçaları görebilmeliyiz. Aynalara, gerçekten hakikati görebilme cesaretini kazandığımızda bakmalıyız. Yoksa sahteliklerle kendimizi kandırmaktan daha kolay bir şey yoktur şu dünyada. Ama gerçeği görmek cesaret ister, gerektiğinde uğruna baş vermeyi ister. Tarih böyle olunca iki şeyi doğru anlamak gerektiği sonucuna varıyor insan. Birincisi, kendine sevdalanmanın biz kadınların bir karakteri olamayacağı. İkincisi ise kapitalist modernitenin biz kadınlara yakıştırdığı bütün kavramlara kuşkuyla bakmak . O zaman bizi geriye çeken bu özelliklerden temizlenebilir ve asıl kültürümüz olan Tanrıça Kültürüyle buluşabilir ve anamızın kızı olabiliriz.”
GENÇ KADIN KOMİNALİTENİN ESAS GÜCÜ OLACAK

Değerli Yurtsever Genç Kadınlar! Nereden Başlamalı ve Ne yapmalı? Sorularını sıklıkla kendimizi sorarak hakikat arayışına koyulmaktayız. Tam 52 yıl önce de bu arayış bu sorular ile başlatılmıştı. Bu arayışın yolculuğu kolay değildi elbette. Kimi zaman engebeli, taşlı, dağlık ve uçurumlar dolu geçerken, kimi zaman da tam pes etmeye yakın daha moralli, coşku ve aşk yoluna dönüşmüştür. Zorlukları olduğu kadar hakikat arayışı her bir zorluğa anlam yüklemiş ve kendini arama kendini bulma savaşına dönüştükçe büyük bir değere ulaşmıştır. Kaybedilen yerlere dönüş, yolu da yolcuyu da kutsal dediğimiz kavramlarla özdeşleştirmiş ve hakikatin yolcuları dediğimiz gerçekliği açığa çıkartmıştır. Bu yolculukta kaybedenleri tanıdık ve tanıdıkça kaybedenlerin esasında biz olduğunu gördük. Yine, kazananlara şahitlik ettik ve onları gördükçe bize kazandırdıklarına layık olmaya çalıştık. Ve tabi kaybettirenleri tanıdık, gördük ve de yüzleştik. Ve de yüzleşiyoruz. Hem de kıran kırana dediğimiz bir savaş tarzıyla. Bu yolculuk beraberinde bir toplumsallığı, bir hakikati ve her birimizde can, ruh veren bir ideolojiye dönüştü. Yolcu olduğumuz yolda her defasında kendimize döndük ve tarihten, doğadan, anlamdan kopuk olmadığımız görüldü. Kendimizle yüzleştik, kavga ettik ve inşa etmeye başladık. Yitirilen değerler kazanıldıkça anlam dediğimiz bütün değerler böylece varlığına kavuştu. Büyük bir başarı hareketi olan özgürlük hareketimiz bir öze dönüşün ve var olmanın adı olarak tüm insanlık tarihine eşi benzeri görülmemiş bir özgürlük ideolojisine dönüştü. 52 yıl önce kendi olma savaşı Kürt varlığı sorununu ortadan kaldırdığı gibi, Kürt kadınları öncülüğün de evrenselleşen bir mücadeleyi açığa çıkartmıştır. Kendi olma savaşı, Kürt varlığını, kadın varlığını ve ezilen tüm hakların mücadelesinin sonucudur. Toplumsal değer dediğimiz gerçeklikte bu şekilde açığa çıkmaktadır. Yarım asırlık mücadele sonucunda varlığını kabul ettirme, bu direnişi göstermede, binlerce şehidimizin kanı ve verilen bedeller var. Bir halkın alın teri var. Büyük bir çaba ve emek boyutu var. Bu başarı Zap ve Avaşin de direnen yoldaşların başarısıdır. Bizler açısından anlamamız, bilmemiz ve kavramamız gereken esas da bu olmaktadır. Önderliğimiz bu süreci tek taraflı inisiyatifi ile geliştirmiştir ve büyük bir mücadele içinde olduğunu unutmamalıyız. Önder Apo ile görüşmelerin yapılması bu anlamda bizler de yanılgılara yol açmamalıdır. Önderliğimiz bu sürecin gelişmesi için hiç durmadan çabalamakta, paradigma eksenin de uğraşmaktadır. Bu anlam da her şeyi Önderlikten bekleyen, zamana erteleyen, “bakalım ne olacak”, anlayışları ile sonuç alamayacağımızı ve devlet oyunlarını bozamayacağımız bilinmelidir. Önderliğin uygulayıcısı olmamız ve hiç durmadan Önderlik temposu ile çalışmamız gerekir. Bu anlam da esas çalışmamız Önderliğimizin fiziki özgürlüğü olmaktadır. Tüm çalışmalarımızın merkezine Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü koymalıyız. Önderliğimizin fiziki özgürlüğü, kadınların, gençlerin, halkların, inançların özgürlüğüdür. Önderliğimizin fiziki özgürlüğü, demokratik, sosyalist bir toplumun yaratımıdır. Bu bir talep değil, ısrarla mücadelesini yürüteceğimiz ve asla vazgeçmeyeceğimiz yaşam ve varlık gerekçemiz olmaktadır. Yurtsever Apocu genç kadınlar olarak bu anlamda bekleyen ve sürüklenen konumdan çıkıp, bir aciliyet olarak yoğun çalışma ve eylemler ile Önderliğimizin fiziki özgürlüğü için mücadele etmeliyiz. Yine kadın ve gençlik hareketleri olarak büyük bir şans, miras, deneyim ve tecrübenin sahipleriyiz. Hiçbir tarihte görülmemiş, hiçbir öncünün gerçekleştirmediğini Önder Apo gerçekleştirmiş ve bu kutsal mirası, toplumsal değerler bütünlüğünü korumamızı ve özgürlükçü çıkışlar yapmamızı istemektedir. Bu mirası sahiplenmek, layık olmak elbette kolay değildir. Bu tarihi görevi üstlenmek, öncülük etmek ve kendine rol vermek çok zor da değildir. “Her anlam bir anlamsızlıktan doğar” diye belirtmektedir Önder Apo. Tıkanmalarımız, zorlanmalarımız, boyun eğmelerimiz, özgüven yitimlerimiz vb. kastik katilin yaratmış, kabul ettirmiş olduğu tüm bu özellikler bir anlamsızlığı ifade etmektedir. Bireyselliği, bencilliği, köle-efendi ilişkisini, iktidarcılığı, katliamı getirmektedir. Bu anlamsızlığa karşı anlam savaşını başlatmakta bizler için esas görev olduğu gibi, doğru ve güzel yaşama kararını vermenin adı olmuş ve olmaktadır. Özgürlükçü çıkışlar da bu şekilde açığa çıkacaktır. Genç Kadın Komünalitenin Esas Gücü Olacak, Komünsüz Hiç Kimseyi Bırakmayacak! Önderliğimiz toplumsallığın öncülüğünü yapma, direnme ve bizlere büyük bir direniş kültürünü verme ile de yetinmedi. Yeni süreci nasıl ele alacağımızı, özgür çıkışlarla nasıl çalışma yürüteceğimizi ve nasıl katılacağımızı en ince ayrıntılarına kadar bizlere anlatmaktadır. Dünyadan izole edilmiş küçücük bir adada bunu yapmaktadır. Kadınların, gençlerin, halkların, inançların tüm sorunlarına, büyük çözümler bulmakta ve tek taraflı inisiyatifi ile başlattığı ve yürüttüğü süreçte özgürce çıkışları ve çözümleri yaratmaktadır. Değişim ve dönüşümü inşa etmektedir. Bu anlam da bizlere büyük sorumluluklar düşmektedir. Önderlik dört Nisan mesajın da “her yerde örgütlenin ve herkesi örgütleyin” göreviyle bizleri sorumlu kılmış ve bu görevimizi yerine getirmezsek büyük eleştireceğini, hesap soracağını belirtmiştir. Bunun ne anlama geldiğini bilmek gerekir. Kadın ve gençlik öncüdür sözü bir slogan değil, bir yaşam tarzıdır. Pratik istemektedir. Enerji ve güç istemektedir. Herkesten daha fazla çalışma yürütmeyi, emek harcamayı, radikal olmayı gerektirmektedir. Bunu başkalarından bekleme de kendi gücünü inkar etme, aldatma olur. Fakat dikkat edelim, yine Önderlik bizleri sürüklemekte ve aktifleştirmektedir. Pasif, edilgen, inisiyatifsiz, sürekli bekleme konumunda olan ve en önemlisi de örgütlü olmama durumumuza müdahale etmektedir. Yüzümüzü yine kendimize döndürtüp, kendimizi inşa etmemizi istemektedir. Komünal yaşam bu anlamda kendini örgütleme, kendini oluşturma, inşa etmedir. Tarih bilincinin yaratılması ve toplumsal değerler bütünlüğümüzü, toplumsal hafıza ve kültürü inşa etmedir. Toplumdan, değerlerden, tarihten ve kültürden kopan, uzaklaşan her bir kadın ve gençte bu gerçekliği inşa etme de komünleşme anlamına gelmektedir. Kolektif akıl, yurtseverlik ölçüleri, etik ve estetik ölçüleri yaşama ve yaşatma anlamına gelmektedir. Bu anlamda ahlaki ve politik yaşam dediğimiz, özgürce yaşama ve özgür düşünceyi kendinde yaratma mücadelesi verme bir hayal değildir. Bir hayal, ütopya olsa dahi gerçekleştirecek kadar yakın ve gerçektir. Bu anlamda komün yaşamı soyut değildir. Yaşam sistemini örgütleme, tarihselliği kendinde yaratma, kendi özüne kavuşma çok somut bir gerçekliği ifade etmektedir. Dikkat edelim esas ihtiyacımız olan da budur. Büyük bir kadın ve gençlik potansiyeline sahip olmak önemlidir fakat bunu anlamlı kılacak olan ne kadar örgütlediğimiz, eğittiğimiz ve komün yaşamını yaratmamızdır. Yoksa potansiyel bir güç, en dipleri de yaşayabilir en büyük yüceliği de. Bunu kanalize edecek olan da yurtsever, sosyalist, devrimci genç kadınlardır. Önderliğimiz felsefe masası adını verdiği komünü kök hücre haline getirdi. İmralı adasında felsefe masasını örgütleyerek bizlere öncülük etmektedir. İmralı gibi bir soykırım sisteminde Önderliğimiz en zor denileni başardı. Ve hiç aklımıza gelmeyecek, inanmayacağımız hayal dediklerimizi düşünce gücü ve pratiği ile en somutunda gerçekleştirmektedir. Komün değilsek, komünlerimiz yok ise toplumdan kopuğuz demektir. Yine bir kurum açma ve içinin bomboş olması ise hiç değildir. Komün bir mahallenin tüm sorunlarını çözümleyecek, öz savunmasını geliştirecek, fikir gücünü açığa çıkartacak, kendi iradesini açığa çıkartacak, özgür düşünce ve özgür ilişkinin yaratılacağı
Yurtsever Genç Kadın Dergisi “Ne Kadar Örgütlüysen o Kadar Varsın” şiarıyla çıktı

Yurtsever Genç Kadın Dergisi 2025 Temmuz- Ağustos sayısında Örgütlülük temasıyla okurlarıyla buluşuyor. Dergi “Ne Kadar Örgütlüysen o Kadar Varsın” şiarıyla yeni bri sayıda yeniden sizlerle. Örgütlülük teması kapsamında Önder APO’nun kaleme aldığı “Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu” ışığında hazırlanmış bir çok yazı, analiz ve perspektifler genç okuyuculara sunuluyor. Örgütlülük temasını konu alan dergide Önderlik Talimatı, Genç Kadın Perspektifi ve Üniversite Perspektifi ile genç kadınlara yeni özgür yaşama ışık tutan manifestonun doğru anlaşılması ve uygulanması açısından yol ve yöntemler belirleniyor. “Kadın ile erkek ilk defa nasıl karşılaştılar” adlı Önderlik talimatı, “Genç Kadın Kominalitenin Esas Gücü Olacak” adlı Genç Kadın Perspektifi ve “Üniversiteleri Özgür Akademilerle Örgütleyelim” adlı Üniversite Perspektifi dergide yer alan başlıca yazılar. Derginin dosya kategorisinde 14 Temmuz ve 15 Ağustos Mücadele gerçekliğiyle sizinle olurken Özgürlük Hareketinin öncü kadrolarından olan Ali Haydar Kaytan’ın yaşam hakikatine yer veriyor. Jineoloji kategorisinde Çiğdem Doğu’nun “Evrensel Zeka ve Sevgi, Kadın Bakışı ve Kominler Yoluyla Genç Kadınlardan Deryalara Akıyor” yazısı, Kapitalist Modernite kategorisinde “Nedir bu Kastik Katil” yazısı ve Kültür Sanat Bölümünde “Zap Direniş Kültürü” yazısı siz değerli okuyucularla buluşuyor. Yurtsever Genç Kadın Dergimizin diğer sayılarında anlam buluşmamız yine devam edecektir.